Kılavuz’un “Depremin ekonomik boyutu 84 milyar dolar” başlıklı o makalesi şöyle:
Türkiye tarihinin en büyük felaketinde Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı verilerine göre 61 binden fazla binanın acil yıkılması gerektiği belirtildi. Türk Girişim ve İş Dünyası Konfederasyonu (TURKONFED), Kahramanmaraş merkez üslü depremlerin meydana getirdiği hasarla ilgili bir ön rapor hazırladı. Raporda Kahramanmaraş depremlerinin 84.1 milyar dolarlık mali hasar oluşturacağı ifade edildi. Deprem bölgesinde ölü sayısının 72 bin 663’e kadar çıkabileceği belirtildi.
Marmara depreminde can kaybı 18 bin 373 kişi, mali hasar 1999 dolar verisiyle 17.1 milyar dolar hesap edilmişti. Marmara depremi, 2021 yılında gerçekleşseydi, can kaybı 26 bin 451 kişi ve 51.1 milyar dolar mali hasar olacağı tahmin ediliyor. Marmara depremi verilerinin kullanıldığı metodoloji ile Kahramanmaraş depremi 2021 yılı dolar verileriyle kıyaslandığında 84.1 milyar dolar mali hasar hesaplanıyor.
Bütçe açığı 1 trilyon lirayı aşabilir
Raporda ayrıca Kahramanmaraş depreminin etkilerine ilişkin raporda şu öngörülere yer verildi: *Kahramanmaraş depreminin 70.75 milyar doları konut zararı, 10.4 milyar doları da milli gelir kaybı ve 2.91 milyar doları da işgünü kaybı olmak üzere toplamda 84.06 milyar dolar hasara neden olması beklenmektedir.
*İllerin milli gelire katkılarındaki azalmaya paralel olarak afete maruz kalan 11 ilin ihracatının, ihracatı göğüsleyen liman altyapısının bozulmasının da etkisiyle, 15 milyar doların altına düşebileceği tahmin edilebilir.
*2023 yıl bütçe açığı 659.6 milyar TL olarak hedefleniyordu.
Bloomberg ekonomi bölümü, depreme ilişkin kamu harcamalarının GSYH’nin yüzde 5.5’ine eşdeğer olabileceğini tahmin ediyor. Mevcut şartlar altında bütçe açığının en azından 1 trilyon TL’nin üzerine çıkması beklenebilir. 2023’te nominal milli gelirin 18 trilyon TL’yi aşması beklendiğini düşündüğümüzde bütçe açığının milli gelire oranının yüzde 5.4’ün üzerinde gerçekleşmesi oldukça mümkündür.
1755 yılında Portekiz Krallığı, 8.5-9.0 şiddetinde bir deprem ile yerle bir olur. 50 bin ila 100 bin arası insan yaşamını yitirir. Bu olay tarihe “Büyük Lizbon Depremi” olarak geçer. Lizbon Depremi sonrasında kilise, “Bu deprem Tanrı’nın gazabıdır. Sınanıyoruz, ahlaksızlıktan oldu” açıklamasını yapar. Büyük düşünür Voltaire ise kiliseye “Papa ve tüm din adamları yalan söylüyor. Lizbon depremi ilahi değil, tektonik bir hadisedir” diye cevap verir. Bunun üzerine Jean-Jacques Rousseau son sözü söyler: “Lizbon depremi elbette papanın izah ettiği gibi ilahi bir hadise değildir. Ne var ki Voltaire‘nin dediği gibi yalnızca doğa olayı ile de açıklanmaz. Lizbon’un yoksul mahallelerinde daha fazla ölüm ve yıkıma neden olduğuna göre, bu deprem her şeyden önce sosyolojik bir hadisedir. Yani sadece jeolojik bir doğa olayı olsaydı fakirler ölmezdi.”
Şimdi tartışmalar daha sıradan, daha saldırgan.
Değişmeyen tek şey inandığımız Tanrı’yı, dini alet edip kin kusmaları. Ülkemizde depremin afet olarak kabullenilmesi gerekenden öte dayatılan bir doğa olayı şekline dönüştürülmektedir. Halbuki doğal afet / zelzeleyi, fay hatları zaman zaman hatırlatmaktadır. Yapılacak şey depremin varlığını kabul ederek binalarımızı buna göre inşa etmektir.
Nasıl ki trafik içerisinde muayenesi olmayan araç trafikten men edilmektedir. İnşa edilecek her türlü yapının kesin net bilimsel ve kuralları, zorunlulukları olmak zorunda. Anayasa gibi güncellemeye açık olmalıdır. İnşaat yapılacak arsanın elverişliliğinden başlamalı… Süreç, takip ve onay ile ilerlemeli. En nihayetinde tüm sistem, kontrolleri yapılarak yerleşime açılmalıdır. Hiçbir mühendis, müteahhit, bürokrat, siyasi yapı bu sisteme zerre kere zerre müdahale edememelidir.
Comments are closed